Osmanlı’da Armutabad, Cumhuriyet Türkiye’sinde Gömeç, sonra Armutova ve sonunda yine Gömeç denmesinde karar kılınan bu yurt parçasında, XVI ve XVIII yüzyıllarda Yörük Türkmen’lerin tam yerleşik olmasa da yaşadıkları, kömürcülük yaptıkları; Kazdağları’nda, Madra ve Kozak Yaylalarında barınan soyguncu gruplara karşı Ege’nin kuzeyine ve güneyine giden yolları korumakla görevlendirildikleri, günümüze kadar gelen kimi yayınlarda kaydediliyor.
SOFRA KÜLTÜRÜ
Gömeç halkının sofra kültürü, Türkiye’nin geçirdiği sosyo-ekonomik ilerlemelere koşut bir gelişmişlik göstermektedir.Genellikle ramazan ayında bir de misafir geldiğinde, gelenek ve göreneklerine uygun olarak sergiledikleri bir “yemek sunmak", “yemek yemek” biçimleri vardır. Bunu, Gömeç halkının sofra kültürü başlığında topluyoruz.
Sofra, yer sofrasıdır... Ramazanda, ramazan ayı zenginliğinden olsun, misafir için kurulmuşsa, misafire verilen değerden olsun, beş on, hatta daha çok türde yemeğin ortaya getirilmesi şenliği yaşanır. Ev halkı, normal günlerde bu sofrada bir, bilemediniz iki çeşit yemek yer; ama bu sofrasının görkemi, az önce işaret ettiğimiz gibi ramazanlarda ve misafir ağırlandığı günlerde, öğünlerdedir.
Sofra, orta kalınlıkta tahtadan üretilmiştir, tekerlek biçiminde yuvarlaktır, beş-altı parmak, en çok bir karış yükseklikte duracak şekilde, yine kendisi gibi yuvarlak, bazı evlerdekinde ise çapraz bir ayak üstünde durur. Sözcük olarak Farsça’dan Osmanlıca’ya, derken Türkçe’mize girip yerleşmiş, ayaklı yüksek masanın işlevini gören, “yer masası” anlamına dır. Bir başka benzetişle, yuvarlak, ayaklı hamur tahtasıdır. Hamur açmak için ayrı, yemek için ayrı bulunduramayan aileler, bir tanesini her iki işte de kullanırlar: Üzerinde hamur açıldığı gibi, ardından yemek sofrası olarak da ortaya getirilir.
Misafirli bir sofra olacaksa, misafir ziyaretlerine ayrılmış "misafir odası"nda, sadece ev halkı yiyecekse mutfakta ortaya yerleştirilir.Tüm aile bireyleri sofrada hazır bulunur. Annenin, yaşlıysa onun yerine büyük kızın ya da büyük gelinin pişirdiği yemek (ler), yemeğin türüne göre derin bir kap, gerekiyorsa yaygın bir kapta, yine gerekiyorsa bir tepside getirilir, büyük ve geniş örtüsü serilmiş sofraya konur.
En büyüğünden, en küçüğüne dek herkes, sofradan taşan sofra bezinin (örtünün) altına girer, bağdaş kurarak oturur. Sofradaki en büyüğün “Haydi, Bismillah" gibi, “Afiyet olsun” gibi sözleriyle sofra hareketlenir. Herkesin bir kaşığı vardır, kesilerek ya da parçalanarak sofraya konmuş ev ekmeğiyle, aynı kaptan yemek, sonunda da tatlı yenir. Yemeğin bitiminde eller, evin en genç kızı ya da gelini tarafından getirilen büyücek bir ibrikten dökülen suyla sabunla, ikinci bir kız çocuğunun tuttuğu leğende yıkanır, suyu getirenin uzattığı havluda kurulanır. Bu iş kimi evlerde, mutfaktaki muslukta, kimi evlerde avludaki çeşmede de yapılabiliyor.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı Göçmenleri,1912 Balkan Savaşları Göçmenleri ve en nihayet Lozan Barış Antlaşmasıyla gelen “Mübadiller”, Türkiye’mizin o tarihlerden günümüze, kazandığı toplumsal ve ekonomik gelişmelere koşut olarak, yüksek yemek masasına geçti, yerde bağdaş kurmak yerine sandalyede oturarak, kendi tabağında, kendi çatalıyla yeme kültürüne ulaştı. Başlangıçta yine kaşığı kullandı; sonra çatal kullanma aşamasına geldi, giderek sağ elinde tuttuğu çatalı sol eline aldı, sağ eline de yemesine yardımcı olacak bıçagı...
Dikkat edilmiştir: Anlatımımızda hep şimdiki zaman fiilini kullandık. Nedeni de gayet açık: Gömeç’te yer sofrası göreneğini günümüzde de sürdürenler vardır var olmasına, fakat azdırlar.Sofra kültürünün günümüzde, Gömeç’te ve çevresinde, büyük çoklukla, artık çağdaş uygarlık düzeyinde olduğunu, rahatlıkla söyleyebiliriz.
KIZ İSTEME
Eskiye gidersek, iki öküzü, bir arabası ve oturacak bir evi olan delikanlıya, kız vermemek için neden bulunmazdı. Bu kadar bir varlık, bir kızın bir erkeğe varmasında servet ölçütü oluyordu.Günümüzde ise ana-baba düşüncededir:
-Oğlumuza kim?
-Şu olmaz...
-Fil uymaz...
-Falancanın kızı iyi de, istersek verirler mi acaba?
Askerden dönen, tarlasının, bağının bahçesinin, zeytin tarlasının; esnafsa dükkanının, zanaatkar atölyesinin başına geçen delikanlının, baba evindeki konuşmalar, üç aşağı beş yukarısıyla böyledir: Evet, hangi kız oğullarına eş, torunlarına ana olacaktı? Hayli geride kalmış yıllarda kız isteyecek erkeğin bir çift öküzü, arabası, bir tarlası ile evinin bulunması, kız istemesine, evlenmesine yetiyordu. Zamanımızda ise, zanaatkar ve esnaftan çok, bir devlet ya da özel bir kuruluşta çalışan, düzenli aylık alan erkek, kız ailelerinin tercih nedeni olabiliyor.
Bu biçimdeki aile içi konuşma ve arayışlar, kimileyin günlerce, kimileyin aylarca, kimileyin yıllarca sürer. Tabii, ender de olsa, bir iki haftada da karara ve hatta evlilik sonucuna vardırılan olaylar çoğunluktadır.
Bu konuşma ve arayışlar, varlık yokluk, ekonomik denklilik, gelinin tarlada, bahçede erkeğine yardımcı olup olamayacağı konularında yoğunlaşır.Falancaların kızı uygun görülüp istenmesine karar verildiğinde, amca-dayı gibi ailenin öteki büyüklerinin de katılımıyla, kız evine haber salınır, ziyarete gidilir. Kahveler, çaylar içilir; sonra erkek tarafının en büyüğü, ziyaret nedenini anlatır, “Allah’ın izni, Peygamberin kavliyle" sözüyle evin kızını oğullarına ister.
Kız tarafı önceden, ziyaretin amacını öğrenmiştir; ama doğal olarak anında evet demez. Çünkü kız tarafının isteği ağırdan alması gelenek ve görenektir; oğlan tarafı, kızlarına değer vermedikleri biçiminde yorum yapabilir... Bu kaygıyla ve bir yandan da düşünüp taşınmak, kızlarının da görüşünü almak amacıyla, bir hafta izin isterler.
Süre bitminde kararları olumluysa, erkek tarafına, buyurup gelebilecekleri haber verilir. Belli konuşmalardan sonra erkek tarafının büyüğü, o akşamki çağrı kızın verileceğinin işareti olduğu halde, bir hafta önceki sözlerini anımsatarak, nezaketen isteğini tekrarlayarak kız tarafına, kararlarını sorar. “Evet, kızımızı oğlunuza veriyoruz!” yanıtı verilince, iki tarafın büyükleri sarmaş dolaş olur, “Hayırlı olsun!” derler. Oğlan babası, istemenin böyle olumlu sonuçlanması üzerine, masaya -en az- bir tane “beşi bir yerde” koyar.
Kız tarafı da oğlan tarafına “bohçalık” adı verilen, bir bohça verir ya da gönderir. Bu bohçanın içinde oğlana gömlek, fanila, çorap ve onun büyüklerine gömlekler, mendiller olur.Kız tarafının “Kızımızı veriyoruz” demesi; oğlan babasının bir altını, gücüne göre pek çok altını masaya bırakması, kız tarafının da bohça göndermesiyle kız isteme işi bitmiş, kesinleşmiş olur.
EVLİLİK
Kız istendikten ve olumlu yanıt alındıktan sonra, nişan yapmak gibi bir gelenekleri yok Gömeç'lilerin.Oysa Gömeç’e 15 kilometre uzaklıkta bulunan Ayvalık’ta ve yöredeki pek çok yerde bu, "söz kesme" ,"söz verme" kabul edilerek, kimi ailelerde kıza ve erkeğe maddi değeri düşük birer ‘söz yüzüğü’ takılır. Bir süre sonra da, nişan töreni için toplanarak daha değerli alyanslar takılıp nişanlandıkları, topluma duyurulur.Nişanda takılan bu alyanslar, yaşam boyu ya da çiftin beraberliği süresince parmaklarında kalacak alyanslardır.
Gömeç’te, kızın istenmesinden ve söz verilmesinden sonra, evlilik günü kararlaştırıldığında, iki evde, kız ve erkek evinde ayrı ayrı düzenlenen, iki gün süren eğlenceler başlar; genelde bu böyle... Ama belirtmemizin yararlı olacağına inandığımız ayrıcalıklı durumlar da var; kimi erkek, yani damat evi, on beş gün öncesinden eğlenceye başlar. Tabii bu arada genç çiftin belediyede nikahı kıyılır. Gömeç ilçe olmadan önce köy muhtarı bu görevi yerine getirirdi. Örneğin Gömeç Yaya Mahalle si’nin uzun yıllar muhtarlığını yapmış Hasan lnce, yüzlerce çiftin nikahını kıymıştır.
Erkek evinin önünde masalar kurulur, rakılar açılır, davullar zurnalar çalar. Keşkekler, pilavlar yapılır, eskinin kuzu kesmeleri yerine keşkeğin, pilav üstüne kasaptan alınan kuzuların; bakkaldan, marketten alınan tavukların haşlanan etleri konur, yüzlerce tepsiyle konuklara sunulur. Yenen yenir, kalanı dökülür.
İlginç bir nokta daha: Gömeç halkı, düğün demekte kullanılsın diye, üç dört yüz adet civarında tepsi satın alarak güvenilir bir kişiye teslim etmiş... ihtiyaç sahibi -yani düğünü, sünneti olan- istediği sayıda tepsiyi karşılıksız alarak kullanır, eksiksiz aynı yere iade eder.
‘Keşkek’ denilen, hazırlanışında insanı bir yitirmekte bulunan, bu olağanüstü düğün- dernek yemeği şöyle hazırlanır: Düğün öncesi hazırlıklardan biri de keşkekte kullanılacak buğdayın, her kentlinin bilemeyeceği, dolap örneği bir atın çevirdiği ve adına ‘bulgur taşı’ adı verilen yuvarlak iki büyük taş arasında zarı kabartılır. Rüzgara karşı savrularak zarından ayrıştırılır. Bu işlemden sonra ‘keşkeklik’ adını kazanan buğday, düğün arifesinde akşamdan, koca bir kazanda suya konur, sabaha kadar kabarması sağlanır. Sabah erken saatlerde de altındaki ateş tutuşturularak kaynatılmaya başlanır. “Düğün elle, harman yelle" atasözüne uyularak, davul zurna eşliğinde oynamakta bulunan gençler sırayla yardıma çağrılır, kocaman tahta küreklerle, keşkeğin dövüle dövüle, adeta macunlaşması sağlanır. Düğün sahiplerinin ekonomik gücüne bağlı ve orantılı olarak şunlardan biri ya da ikisi —varlıklıysa dördü birden-, keşkeğin üstüne konarak konuklara sunulur: Kaynatılmış nohut, pirinç pilavı, kuzu eti haşlaması, tavuk eti...Keşkek olayı bir maharet işidir. Keşkek ikram edecek düğün sahipleri, bu işi ustasına yaptırırlar —örneğin son zamanların ünlü keşkekçisi ibrahim Ağa’dır.-
Kız evindeki eğlencenin ilk gecesi ‘kına gecesi’dir. Aktardan alınan —şimdilerde eczanelerde de satılan- kına, suyla bulamaç haline getirilerek gelin olacak kızın ve arkadaşlarının ellerine sürülür, o gece için mendille bağlanır;sonra bunlar, ertesi sabah açılıp eller yıkandığında, kınanın kendine özgü tentürdiyota benzeyen rengi meydana çıkar; bu işleme ‘kına yakma’ denir. Kınanın bıraktığı bu renk, mutlu olayın göstergesidir, mutluluğun ellerle açığa vurulmasıdır. Kınanın ardından, orta yer deki tefçi kadının çaldığı tefle, kız evindeki misafir kadınlar kızlar, ellerinde birer mum, bir tür halay oynarlar.
Ikinci eğlence gününün akşam üzeri, erkek evinden kızı almaya geldiklerinde, (eskilerde bu, kapalı yaylı arabayla yapılıyordu, şimdiler de tabii otomobille) kız, babasının elini öptüğünde babası takısını takar, enlice kırmızı bir kordelayı iki kat beline dolar, bir fiyonk şeklin de bağlar: Bunu, ‘beli sağlam olsun’ şeklinde yorumlayan olduğu gibi, ‘birbirlerine bağlı kalsınlar’ diye yorumlayanlar da vardır. Baba dan sonra, takı takmak isteyen yakın akrabalar, komşular ve öteki kişiler sırayla altın armağanlarını, gelinin giysisine çengelli iğnelerle tuttururlar. Takı alacak gücü olmayanlar da takı yerine, ayırabildikleri kağıt parayı takarlar.
Davul, zurna; Gömeç geleneklerine göre yatak odasını kız tarafının, evin geriye kalan eşyasını erkek tarafının sağladığı damat evine gelini götürecek aracın önünde, damat evine dek eşlik eder.
Damat da yatsı namazından sonra, kalabalık bir düğün alayı tarafından, salavatlarla (ahenkli dualarla) evine getirilir, sırtına vurulan ve güçlü olması anlamında ve dileğindeki yumruklardan, olağanüstü bir çabayla sakınmaya çalışarak, evinin kapısından içeri dalar.
Evliliğin gerektirdiği eğlence ve tören böylece sona ermiş olur.
Gömeçte normal yöntemle, yani görme, isteme, düğün gibi geleneksel usullerle meydana gelen evliliklerin sayısı kadar da “kaçırma” ya da ‘kocaya kaçma” şeklinde bir evlilik biçimi daha vardır. Bunun kaynağına inmeye çalıştığımda iki nedenle karşılaşıyoruz: Gençliklerinin cinsel isteklerine biran önce yanıt verebilmek.... Kurallarıyla gerçeleştirilecek evliliğin ekonomik sıkıntılarını, en aza indirgemek...Kimi olaylarda bu nedenlerin bir tanesi rol oynar, kiminde ikisi birden.Erkekle kızın anlaşarak, bir gece aniden ortadan kaybolmaları, birkaç gün sonra ortaya çıkarak nikahlanmalarıyla, bu evlilik gerçekleştirilmiş olur.
SÜNNET TÖRENİ
Sünnet edilecek çağa gelmiş erkek çocuğu için, ilkin sünnet tarihi kararlaştırılır, kılık kıyafet hazırlıkları yapılır.Aileler, çeşidin daha çok olacağı düşüncesiyle Burhaniye ya da Edremit’e, ekonomik gücü daha yerinde olanlar Izmir’e giderek çocuğa, ayakkabısı çorabı dahil yeni bir takım giysi; şapkasıyla, entarisiyle ‘Maşallah’ yazılı kurdelasıyla sünnetliklerini alırlar. Tabii bu arada, sünnet onuruna, ev halkının da eksik giysileri tamamlanır, kimininki yenilenir, kiminin eksiği tamamlanır; evin de eksik eşyası satın alınır. Çünkü sünnet olayı evin onurudur, aileyi sürdürecek oğlan çocuğunun erkekliğe adım atmasıdır.
Sünnetten bir gün önceki genellikle perşembe gününe rastlatılır, kına gecesi yapılır; çocuğun ellerine kına yakılır.Sünnetin, cuma günleri yapılması gelenekselleşmiştir diyebiliriz.
Kına gecesinin ertesi olan cuma günü, sünnet için özel olarak süslenmiş bir ata bindirilen erkek çocuğu, davul zurnayla dolaştırılır; cuma namazı saatinde cami avlusuna getirilir. Kimi çocuk attan alınarak camiye sokulur, kimisi de avluda at üstünde bekletilir. Namaz dan sonra, sünnet için mevlit okutulur.
Tekbirler, salavatlar eşliğinde çocuk, sünnet edileceği evlerine getirilir; ne ki kendisini indirmeye çıkan ailenin büyüğüne -büyükbabası, dedesi, öz babası, amcası olur- attan inmemekte direnir; “Sünnetlik’ diye adlandırılan değerli bir şeyin, sünnet armağanı olarak verilmesini ister!.. Bu bir bisiklet de olabilir, ekime uygun bir tarla, bir binek atı, bir dükkan ya da bir miktar zeytin ağacı da olabilir.
Çocuk, isteğinin verileceğine söz alınca attan iner, evde hazır bekleyen sünnetçinin önüne götürülerek, sünneti yapılır. Ardından, misafirlerin etli pilavla, kimileyin etli keşkekle doyurulmasından sonra, sünnet düğünü sona erer.
ÖLÜ GÖMME ADETLERİ
Civar ilçelerde yaşandığı gibi, ölüm gece olmuşsa Kur’an okunarak başında beklenir. Sabahı da günün ışımasıyla birlikte gömme hazırlıklarına başlanır.
Mezarı kazdırılır; kefeni hazırlanır, yıkayacak hoca ya da kadınsa ölen, kadın yıkayıcı cenazeyi hazırlar öğlen namazına yetişecekse öğlene, ölüm gündüz olmuşsa ikindi namazına yetiştirilir. Namazdan sonra, ise geleneklerine göre, her yerde olduğu üzere, cenaze namazı kılınır.
Gömmede, örneğin Ayvalık’la tek fark, açılan mezarın sağ dibinde, gömülecek ölüye göre solda, mezar boyunda cep diye isimlen direceğimiz bir oyuk açılır. Bununla, ölünün sırtına toprak yerleştirilerek yüzünün, göğsünün “Kıble'ye dönük" olması sağlanır.
|